Geçmişe Takıntılı Olmak: Nasıl Kurtulabilirsiniz?

Daha iyi hissetmeye bugün başlayın

Siz de 850 bin mutlu danışanımız gibi hayatınızın kontrolünü elinize alın.

Başlayın

Geçmiş Takıntısı Nedir?

Kişinin deneyimlerini anlamlandırma biçimi yaşam öykülerinden bağımsız düşünülemez. Bu sebeple geçmişe dair düşüncelere kapılmak oldukça alışılagelmiş bir durumdur. Her birimizin geçmişi ve sahip olduğu yaşam öyküsü biriciktir. Öyle ki aynı evde büyümüş iki kardeş bile bambaşka öykülere sahip olabilir.

Geçmişte olumsuz, travmatik deneyimler yaşayan kişi güncel yaşam olaylarından kolayca tetiklenebilir ve bu deneyimlerin yaşandığı o geçmişteki ana zaman zaman geri dönebilir. Çocukluk çağı travmaları, kişinin doğduğu ailenin dinamikleri, talihsiz bir ilişki, travmatik bir ayrılık, sevilen birinin kaybı gibi olumsuz durumlar kişilerin ruhsal yapılanmalarında bir gedik açabilir. Kişiler bu deneyimler ile yoğun bir uğraş içerisinde olabilirler. Bu uğraşın temel sebebi ise kişinin güncel yaşam deneyimlerinde birtakım problemler yaşaması olabilir.

Obsesif-Kompulsif Bozukluk ve Geçmiş Takıntısı

Günümüzde hemen herkesin adını sıkça duyduğu bir psikopatoloji olan obsesif-kompulsif bozukluk tarihsel olarak bakıldığında oldukça eski bir geçmişe sahiptir. Tıp tarihi içerisinde ilk tanımlanışı ile psikozdan ayrı bir noktada konumlandırılmış ve kişilerin istemsiz ve önlenemez şekilde birtakım dürtüsel aktiviteler geliştirdiği yönünde bir açıklama yapılmıştır.

Freud ise obsesif yapılanmanın altında yatan kaynakların agresif ve cinsel dürtüler olduğunu ifade ederken bu dürtülerin bir tür anksiyete yarattığını ifade etmiştir1. Bu sebeple kişiler anksiyeteden kurtulmak amacıyla bazı savunma mekanizmaları geliştirmektedirler. Takip eden yıllar içerisinde DSM içerisinde ilk olarak kaygı bozuklukları başlığı altında değerlendirilen obsesif-kompulsif bozukluk, DSM-V ile yeni bir tanı kategorisi haline gelmiştir. DSM-V kapsamında obsesyonların iki temel niteliği mevcuttur:

  • Kimi zaman zorla gelen ve kişide kaygı yaratan, tekrarlayan duygu, düşünce ve dürtüler.
  • Kişinin temel çabası bu düşünceleri, dürtüleri ve duyguları önemsizleştirmeye veya baskılamaya yöneliktir. Belli noktalarda ise kişiler başka bir düşünce ya da eylemle bu düşünceleri telafi etmeye çalışırlar.

Bu noktada takıntılı düşünceler için iki temel nokta oldukça önemlidir. Kişinin kendi düşüncelerinin gerçekliğine inanması, yani “içgörü” ve bu düşüncelerle başa çıkma şekli, yani “direnç”. Fakat bir düşüncenin takıntı olarak nitelenmesi için en önemli koşul düşüncelerin sürekli ve tekrarlıyor olmasıdır. Elbette zaman zaman pek çok kişi evden çıkarken zaman zaman “Ütünün fişini çektim mi?”, “Kapıyı kilitlemiş miydim?” gibi düşüncelere kapılabilir fakat bunun hemen her gün tekrar etmesi ve kişinin günlük yaşamındaki işlevselliği büyük ölçüde bozması durumun ciddiyetini artırmaktadır.

Doğrudan “geçmiş takıntısı” olarak adlandırılan spesifik bir tanı olmasa da kişilerin gündelik yaşamlarını aksatacak düzeyde geçmişleriyle ilgili bir uğraş içerisinde olması, istemese bile geçmiş deneyimleri düşünmeye karşı koyamıyor oluşu “geçmiş takıntısı” olarak adlandırılabilir.

Neden Geçmişe Takılıp Kalıyoruz?

Geçmişte bırakılan deneyimler kişinin ruhsallığında varlıklarını sürdürmeye devam ederler. Bu sebeple kişiler geçmişlerine baktıklarında seçimlerinde veya davranışlarında bir tür benzerlik, ortaklık hissine kapılabilirler. Örneğin kişi her seferinde bir şeyleri yarım bırakıyor olabilir. Bir davranışın ya da hissiyatın kişinin öyküsünde tekrar ediyor olması dikkat çekicidir. Geçmiş deneyimlerin bir takıntıya dönüştüğü durumlarda ise kişiler kaygı, pişmanlık, öfke, hayal kırıklığı, çaresizlik gibi çeşitli duygular deneyimleyebilirler.

Alice Miller “Yetenekli Çocuğun Dramı” isimli metninde acı veren deneyimleri bir köşeye iterek incitilmiş çocuğun çaresizliğini görmemeyi tercih etmenin kişinin yaşamında belirleyici olduğunu ifade eder. Ancak geçmiş değiştirilemese de onarılabilir ve acı veren deneyimlerle yaşamanın bir yolu bulunabilir. Bu durum her zaman pek kolay olmasa da geçmişin esaretinden kurtulmanın önemli bir yolu bu deneyimlere bakmaktır. Dolayısı ile geçmiş, kişinin kaçabileceği bir yer değildir. Varlığı her zaman oradadır1.

geçmiş ile vedalaşan bir kişi görseli

Victor Frankl oldukça meşhur eseri “İnsanın Anlam Arayışı” isimli metninde Nazi kamplarında yaşamış olduğu dehşet verici deneyimleri aktarırken önemli bir ayrım geliştirmiştir. Bazı kişiler koşulların tüm ağırlığına rağmen hayatta kalmak için bir anlam bulabilirken bazı kişiler ise bu anlamı yaratmakta güçlük çekmektedir. Böylece insan yaşamı için en önemli şeylerden birinin anlam yaratmak olduğunu ifade eden Frankl her koşul altında seçim yapılabileceğini ve anlam bulunabileceğini ifade eder. Anlam bulmak veya anlam yaratmak yaşamdaki en temel ruhsal ihtiyaçlardandır2.

Geçmiş ve anlam ilişkisi üzerine düşünüldüğünde geçmişte olup biten bir olayı “takıntı” olarak adlandırabilecek düzeyde kişinin güncel yaşantısı üzerinde büyük bir etkiye sahipse bu noktada bu olayın anlamı üzerine düşünmek oldukça önemli görünmektedir. Olayın ne olduğundan çok bu olayın kişi için anlamının belirlenmesi gerekmektedir. Hemen herkes zorlayıcı durumlar yaşar ve genellikle yaşanan durumlar unutulmaz, daha çok zamanın bir noktasında konumlanır. Kişi bu olayın geçmişte kaldığını artık oraya dair bir kontrolünün olmadığını bilmektedir. Zaman içerisinde bu durum bir anlam kazanarak kişinin ruhsallığı içerisinde bir yer bulur. Eğer geçmişte yaşanan bir durum bugün hala aynı canlılıkta deneyimleniyorsa kişi için anlamlandırılamamıştır. Anlam yaratmanın sayısız yolu olabilir fakat bir reçetesi yoktur. Kişiler kendi anlamlarını ancak kendi bildikleri yollar ile yaratabilirler. Örneğin nadir görülen bir hastalık nedeniyle çocuğunu kaybetmiş bir ebeveyn bu hastalıkla ilgili bir vakıf kurarak tıpkı kendi çocuğu gibi hasta olan diğer çocukların iyileşmesi için çalışmakla bir anlam yaratabilir. Dolayısı ile geçmişteki olumsuz deneyimler değişmez ancak yeni bir anlamla dönüşmeleri özgürleştiricidir.

Travmatik Deneyimler ve Takıntılar

Travmatik deneyimlerden sonra hafızanın işleyiş biçimine dair birtakım değişikler meydana gelir. Örnek vermek gerekirse kişiler günlük rutinleri içerisinde var olan şeyleri çok fazla hatırlamazken bu değişiklikler söz konusu olduğunda bunu hatırlamaya meyillidirler. Travmatik deneyimler de tam olarak böyle işlev gösterirler. Günlük yaşamın dışına çıkan bir deneyim olması nedeniyle hafızanın olağan işleyişinin dışında kalarak canlı imgeler olarak kodlanırlar bu sebeple kişiler travmatik olayın gerçekleştiği ana saplanıp kalmış gibi hissedebilirler. Tetikleyici unsurlar söz konusu olduğunda ise travmatik deneyimler yeniden canlanabilirler. Bu yeniden canlanma hali eylemlerde, düşüncelerde ve kimi zaman rüyalarda ortaya çıkabilir.

Belleğin olağan işleyişinin dışına çıkan ve kişiye acı veren anılar sıklıkla düşünmeye devam edilirler. Böylece kişi durmaksızın o anlara dönebilir ve bu durumu geçmiş takıntısı olarak deneyimleyebilir. Çocukluk, gençlik ya da yaşamın herhangi bir döneminde maruz kalınan travma kişinin bu konuya karşın sürekli olarak tetiklenmesine yol açabilir. Eğer geçmişe dair takıntı haline getirilen konu ya da konular travmatik bir deneyimden kaynaklanıyorsa profesyonel bir destek almak önemlidir.

OKB seviyenizi ölçen Obsesif Kompulsif Bozukluk Testi ile kendinizi test edin!

Benzer bir şekilde yaşamın kaçınılmaz unsurlarından olan kayıp deneyimleri de kişinin zihnini yoğun bir şekilde meşgul edebilir. Ayrılık, boşanma, iş kaybı, kronik hastalıklar ve elbette sevilen birinin ölümü pek çok kişi için oldukça zorlayıcıdır. Bir kaybın ardından sıklıkla hüzün hissedilir. Ancak kaybın ardından iç dünya ve dış gerçeklik arasında bir tür uzlaşmaya ihtiyaç duyulur. Bu uzlaşma süreci ise yas işlemi olarak adlandırılır. Dolayısı ile yası tutulmamış her kayıp ruhsal yaşantı içerisinde var olmaya devam ederek günlük yaşamsal işlevlerde, duygularda birtakım değişimlere yol açacaktır.

Geçmiş Takıntısı Nasıl Geçer?

Hepimiz zorlayıcı duyguları kendi sistemimizden hızlıca uzaklaştırmak isteriz. Geçmiş takıntısından kurtulmak için aşağıda belirtilen noktalar üzerinde düşünmek önemlidir.

Duyguyu Tanımak ve İfade Etmek

Olaylar karşısında pek çok zaman karmaşık duygular hissediyor olmamız olasıdır. Geçmişte takıntılı olunan bir konu varsa bu konuya dair hislerin çözümlenmesi ve tanınması oldukça önemlidir. Örneğin geçmişte eski partneriniz sizi aldattığı için oldukça öfkeli hissedebilir ve dile getirirken aynı zamanda hayal kırıklığı, üzüntü gibi başka duygular da deneyimliyor olabilirsiniz. Bu duyguları da adlandırmak ve söz dökmek oldukça önemlidir.

Kabul Etmek

Günlük hayat akıp giderken daimi olarak geçmişe takılı kalmak oldukça yıpratıcı ve yorucudur. Kabul etmek pek kolay olmasa da geçmiş zaman artık üzerinde kontrolümüzün olmadığı bir yerdir. Sürekli ve yoğun biçimde geçmişi düşünmek, geçmişle pazarlık yapmaya çalışmak imkânsız bir çabadır. Çözümlenmemiş duygular, tutulmamış yaslar gibi ruhsal yaşantı içerisinde zorlayıcı durumlar söz konusu olduğunda oraya geri dönmek ve olup bitenleri tekrar tekrar gözden geçirerek başka ihtimaller ile farklı sonuçların doğmasını arzu edebiliriz. Bu oldukça anlaşılabilir bir durumdur.

Örneğin sevdiği bir kişiyi kanser nedeniyle kaybetmiş bir kişinin aklından şöyle ihtimaller geçiyor olması muhtemeldir. “Daha erken doktor kontrolüne gitmesini sağlayabilirdim, başka doktorlardan da fikir alabilirdim, başka bir tedavi deneyebilirdik…” vb. bu liste uzayıp gidebilir. Ancak burada esas mesele kişinin bir kayıp yaşamış olduğudur. Bu gerçekliği kabul etmek kişinin yas tutabilmesine ve zamanı geldiğinde kaybettiği kişi ile başka bir biçimde ilişki kurabilmesine olanak sağlayacaktır.

Deneyimlere Sahip Çıkmak

Yaşam içerisinde deneyimlenen pek çok şey çoğu zaman tek yönlü değildir. Bu deneyimler hoşa giden ve gitmeyen taraflarıyla bir bütündür. Yalnızca hoşa giden taraflarına bakmak kişinin kendi gerçekliği ile arasına bir tür mesafe koyar. Kişiler başına gelen pek çok şeyi seçemez veya kontrol edemez ancak bu duruma verdiği tepkileri seçebilir, bu konuda özgürdür. Bir kişi ancak deneyimlerin tatsız yönlerini de kabul ederek ve sahip çıkıyorsa kendisi ile gerçek bir ilişki kuracaktır.

kavga sırasında eski olayları gündeme getiren bir romantik çift görseli

Kendimize Karşı Nazik Olmak

Geçmişte takıntılı olunan ya da takılı kalınan konu her ne ise unutulmamalıdır ki bu durumun kişisel bir yönü de vardır. Yukarıdaki örnekteki gibi kanser nedeni ile kaybedilen bir yakın için “Daha fazlasını yapabilirdim.” düşüncesi kişiye acı verebilir. Oysa bir noktada kişi en azından o an koşullar içerisinde gerekeni yapmış olduğunu hatırlamalıdır. Geçmişteki o an içerisinde bugünün bilgisine sahip değildi. Kierkegaard tarafından ifade edildiği üzere “Yaşam ileriye doğru yaşanır ancak geriye doğru anlaşılır.” Bu sebeple geçmiş ancak bugünün bilgisi ile anlamlandırılmaktadır. Sonuçları deneyimlemiş olmak geçmişe dair bakışı da değiştirmektedir. Bu sebeple kişinin kendini değerlendirirken o zamanın koşulları altında değerlendirmesi önemlidir.

Yardım Almak

Geçmişteki bir ana sürekli olarak dönülüyorsa kişi buradaki hislerini ve tüm o yoğunluğu tek başına yaşamak durumunda değildir. Güvende hissedilen bir çevrenin varlığı oldukça önemlidir ancak kişinin geçmişe dair takıntılı olduğu konu ya da konular özellikle travmatik bir deneyime, bir kayıp sürecine, kişiyi oldukça zorlamış bir zamana işaret ediyorsa altta yatan temel sebebin çözümlenmesi gerekmektedir. Bu sebeple kişinin bir terapi sürecinde olması önemlidir. Hiwell’in uzman kadrosundan size en uygun psikolog ile kendinizi keşfetme sürecine başlayabilirsiniz.

Son söz olarak terapi ve geçmiş ilişkisini düşünürken Susie Orbach "Terapi Odasında" adlı eserinde terapi sürecini önemli bir metaforik anlatımla ifade etmiştir. Orbach, yaşam öykülerimizi aktarırken çoğunlukla “nokta”larla tamamlanmış, değişmez ve sorgulanmaz bir biçimde aktardığımızı belirtir. Ancak terapi sayesinde bu noktalar “virgüllere” dönüşür; bireyin hikayesi yeniden anlam kazanır ve katmanlanır. Geçmişin incelenmesiyle hikayenin derinlikleri ortaya çıkarken, bu dönüşüm bireyin şimdiki zamanı ve geleceği farklı bir gözle, belki de umut ve merakla karşılamasına olanak tanır. Orbach’ın bu yaklaşımı, terapinin yalnızca geçmişle hesaplaşma değil, aynı zamanda geleceği şekillendirme ve yeniden keşfetme süreci olduğunu da ifade eder.

Kaynakça

  1. Zayman, E. P. (2016). DSM-5’te obsesif kompulsif bozukluk. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 41(2), 360-362.
  2. Rasmussen, A. R., & Parnas, J. (2022). What is obsession? Differentiating obsessive-compulsive disorder and the schizophrenia spectrum. Schizophrenia research, 243, 1-8.
  3. Miller, A. (2021). Yetenekli çocuğun dramı (E. Avşar, Çev.). Profil Kitap.
  4. Frankl, V. E. (2019). İnsanın anlam arayışı (Ö Yılmaz, Çev.). Okuyan Us Yayın.
  5. Herman, J. L. (2016). Travma ve iyileşme: Şiddetin sonuçları, ev içi istismardan siyasi teröre (T. Tosun, Çev.). Literatür Yayınları. (Orijinal eser yayımlanma tarihi: 2007).
  6. Orbach, S. (2018). Terapi odasında: Kapının ardında konuşulanlar (K. Tekneci, Çev.). Epsilon Yayıncılık.
*Sitemizde bulunan yazılar tıbbi tavsiye içermez ve yalnızca farkındalık yaratmak amaçlıdır. Yazılardan yola çıkarak bir hastalık tanısı konulamaz. Hastalık tanısını yalnızca psikiyatri hekimleri koyabilir.

Daha iyi hissetmeye bugün başlayın

Siz de 850 bin mutlu danışanımız gibi hayatınızın kontrolünü elinize alın.

Başlayın