İlişkinizde Farkında Olmadan Ebeveyn Rolü Mü Üstleniyorsunuz?

Daha iyi hissetmeye bugün başlayın

Siz de 850 bin mutlu danışanımız gibi hayatınızın kontrolünü elinize alın.

Başlayın

Erken Dönem Gelişim Süreci ve İlişkiler

İnsan yavrusu, dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren ilgiye ve bakıma en çok ihtiyaç duyan canlılardan biridir. Üstelik bu ihtiyaç, diğer pek çok canlıya kıyasla çok daha uzun yıllar boyunca devam eder. Erken dönem gelişim kuramlarına baktığımızda, bir bebeğin yaşamının ilk aylarında tüm evrenin yalnızca kendisine hizmet ettiğini sanma eğiliminde olduğunu görürüz. Ancak zamanla, gelişim süreci ilerledikçe, çevresindeki nesneleri fark etmeye başlar; dış dünyanın ve diğer insanların kendisinden ayrı, kendi yaşam akışlarına sahip varlıklar olduğunu kavrar. İşte bu fark ediş, bir bebeğin özne olarak dünyaya adım attığı o ilk eşiktir.

Bu psikolojik gelişim sürecini anlayabilmek adına kuramsal açıklamalara bakıldığında özellikle psikanalitik kuramın yaşamın ilk yıllarına dair oldukça zengin bir perspektif sunduğu görülebilir. Freud (1914) yılında “Narsisizm Üzerine” metninde libidonun kendilik ve ötekiler arasında izlediği yolları vurgulamıştır. Hatırlamak gerekirse Freud’un libidoyu kısaca yaşam enerjisi olarak nitelendirildiğini ifade edebiliriz. Bu yazı bağlamında Freud (1914) metnindeki en önemli vurgu nesne seçimi ile ilgilidir.

Freud iki tip nesne seçiminden söz eder. Bunlardan ilki Anaklitik Türde Nesne Seçimidir. Bu tipte kişi, çocukluğunda ona bakım veren nesnelere benzer ilişkiler seçerler. Bir tür bakım ilişkisi kişide tatmin duygusunu yaratır. İkincisi ise Narsistik Türde Nesne seçimidir. Bu tipte kişiler kendilerine benzeyen, bir zamanlar kendisi gibi olmuş ya da bir gün kendilerinin olmak istedikleri konumdaki nesneleri seçerler 1.

Freud sonrası psikanalitik topluluklarda nesne ilişkilerine daha fazla odaklanmaya başlamış, özellikle Melanie Klein, Donald Winnicott ve Wilfred Bion gibi isimler bu alana önemli katkılar sunmuştur. Bu kuramcılardan Winnicott’a göre bebek ve anne birbirinden ayrı düşünülemez. Bebeğin ihtiyaçlarını karşılayan ve yeterince iyi olan bir anne, bebeğin bireyleşmesine de olanak sağlar. Bebeğin bakım alma ihtiyacına karşın annenin de bebeğin ihtiyaçlarına karşın yoğun bir hassasiyeti söz konusudur. Bu bağlamda zaman içerisinde anne ve bebeğin birbirinden ayrışması kendi özgür alanlarını yaratabilmeleri gerekmektedir. Fakat bu aşamada anne-bebek biriminin içinde yaşadığı çevre ve bu çevrenin desteği başka bir deyişle tutma (holding) becerisi önem kazanır 2.

Bu gelişimsel kuramlar zamanla bağlanma teorileriyle de gittikçe zenginleşmiştir. Özellikle John Bowlby’nin çalışmaları bu alanda büyük yankı uyandırmıştır. J. Bowlby insan yavrusunun yakınlık ihtiyacı ile dünyaya geldiğini ifade etmiştir. Bağlanma olgusunun temel işlevi ise korunma ihtiyacıdır. Bowlby, ebeveynlerin tekrarlayan davranış örüntülerinin çocuğun zihninde temel şemalar oluşturduğunu ve bu şemaların ilerleyen yıllarda gelişen ilişkilerde temel bir şablon oluşturduğunu öne sürmektedir. Kısaca üç tip bağlanmayı açıklamak gerekirse erken dönemlerinden itibaren tutarlı, güvenli ve duyarlı ebeveynler tarafından yetiştirilen çocukların bağlanma biçiminin güvenli olduğunu ifade etmiştir. Ebeveynin tutarlı biçimde ulaşılabilir olduğundan emin olamayan bebekler ise kaygılı bağlanma tipi geliştirirler. Bu bağlanma tipinde ebeveynin tutarlı olmayan tepkiler geliştirdiği söylenebilir. Kaçıngan bağlanma tipinde ise ebeveyn çoğunlukla reddedici ve bebeğin ihtiyaçlarına karşı duyarsızdır 3.

Doğum anından itibaren ilişkilere olan ihtiyacın kişinin hem fiziksel hem ruhsal yaşantısındaki hayati rolü vurgulanmaya çalışılmıştır. Ruhsal dinamiklerin somut biçimde en görünür olduğu yer ilişkilerdir. İnsanlar arasında kurulan ilişkiler; beklentiler, duygular ve zamanla ortaya çıkan değişimler yoluyla kişinin bir dönüşüm yaşamasında merkezi bir rol oynamaktadır. Romantik ya da değil her ilişkide geçmiş ve şimdi bütünleşir. Ancak hatırlamak gerekir ki gelecek de daima ilişkiler ile şekillenir.

Romantik İlişkide Ebeveyn Olmak

Romantik ilişkiler söz konusu olduğunda gerek günlük yaşamda gerek psikoterapi alanında “onun annesi/babası gibi oldum” cümlesi oldukça sık duyulur. Bu cümle çoğu zaman bir tükenmişliği, bir dengesizliği, belki de ilişkinin artık doyurucu olmaktan çıkmaya başladığını anlatır. Çünkü kişi artık arzusunu kaybettiğini ya da kaybetmek üzere olduğunu belki yorulduğunu belki de artık mutlu olmadığını ifade etmektedir. Peki romantik bir partner hangi noktada bir ebeveyne dönüşür? Ya da yaşamın başka alanlarındaki roller hangi noktalarda kesişir veya birbirine karışır?

Sevgi, şefkat, dikkat, fedakârlık gibi duygu ve tutumlar yeterince iyi bir ebeveynin sahip olması gereken temel duygulardır. Ancak bu duygular yalnızca ebeveynler tarafından çocuklarına karşı hissedilmez. Bazen çocuktan ebeveyne, bazen bir arkadaşa karşı tüm bu duygu ve tutumların hissedilmesi oldukça olağandır. Elbette romantik bir ilişkinin de bu unsurlardan yoksun olması düşünülemez. Ancak bir ilişkide ebeveyn gibi olmak söz konusu olduğunda diğer yetişkinin yaşam ya da ilişki ile ilgili neredeyse hiç sorumluluk almadığı, ebeveynleşen partnerin ise ilişkiyi ve ilişkinin getirdiği pek çok şeyi tek başına üstlenmek zorunda kaldığı düşünülebilir. Bu durum duygusal açıdan oldukça yüklü bir deneyimdir. Her çiftin içinden geçtiği koşullar ve ilişkinin dinamikleri tümüyle öznel olduğu için bu noktada kişinin ebeveynleşmek konusundaki duygu ve düşüncelerinin o ilişki özelinde değerlendirilmesi oldukça önemlidir.

Daha önce ifade edildiği üzere erken dönemlerde çocukların ebeveynleri ile kurdukları ilişkiler yetişkin yaşamlarında temel bir şablon görevi görmektedirler. Aynı zamanda kişinin kendine dair algısı da erken dönemlerde gelişmektedir. Bazı kişiler ebeveynleri ile kurduğu güvenli, sıcak ilişkilere yönelirken bazı kişiler erken dönemlerinden aşina oldukları daha zorlu, tutarsız ilişkilere yönelebilir. Elbette her bireyin ruhsal öyküsü farklı olduğu için bu seçimlerin anlamları da ancak derinlemesine düşünerek, çağrışımlara kulak verilerek açığa çıkarılabilir.

1970’li yıllarda ortaya atılan “Ebeveynleştirme (Parentifikasyon)” kavramı bir çocuğun ebeveynin çeşitli rollerini üstlenmesiyle ortaya çıkan bir tablodur. Bu bağlamda çocuk bir yetişkin gibi davranmak zorunda kalırken ebeveyn tıpkı bir çocuk gibi duygusal ve fiziksel bakımını çocuğun üstüne yüklemektedir. Yapılan bazı çalışmalar ebeveynleştirilen çocukların bir tür duygusal ihmal ve ihmal yaşadığını ve güvensiz bağlanma geliştirme ihtimallerinin mevcut olduğunu ortaya koymuşlardır 4.

Kavramsal çerçeveden güncel klinik ve sosyal zemine dönüldüğünde ise kişilerin romantik ilişkilerinde bir ebeveyn rolü üstlenmesinin erken dönem yaşantılarıyla yakından ilişkili olabileceği açıktır.

Romantik İlişkide Rolleri Yeniden Kurgulamak

İlişki içerisindeki Ben’i gözlemlemek: Kişiler özellikle romantik ilişkiler bağlamında geçmiş ve güncel ilişki deneyimlerine bakarak kendilerinin nasıl bir konum ve rol üstlendiğini görmelidir. Eğer yalnızca tek bir ilişkide (örneğin mevcut ilişki) kendisini bir anne ya da baba rolü üstlenmiş bir partner olarak görüyorsa bu rolün getirdikleri ve bu ilişkinin dinamiklerine yakından bakmak önemlidir. Fakat neredeyse tüm ilişkilerinde hatta romantik ilişkilerin dışında gelişen ilişkilerde de bir ebeveyn gibi davranılıyorsa erken çocukluk dönemlerindeki öykü ve kişinin ruhsallığında bu bakım verme deneyiminin nasıl bir yer tuttuğu anlaşılmalıdır. Kişinin yaşamındaki arkadaş ve partner seçimleri, kurulan ilişkilerin dinamikleri, hangi koşullar altında kişinin bir ebeveyne dönüştüğünü anlamak gerekmektedir.

Ebeveyn ihtiyacının kime ait olduğunu belirlemek: İlişkisel deneyimler, her zaman karşılıklı bir etkileşimle şekillenir. Kişi, her ilişkide kendini farklı bir rolde bulabilir. Hayat boyunca birlikte olunan partnerlerin de birbirinden tamamen farklı tutum ve davranışlara sahip olması mümkündür. Bu nedenle her aşk ilişkisi, kendi dinamiklerini özgün ve biricik bir şekilde birlikte yaratır.

İlişkiler içerisindeki duygusal deneyimler söz konusu olduğunda bazen ihtiyaçların karmaşık hale geldiği görülebilir. Psikanalist J. Miller “Aşk kendinde olmayanı vermektir hem de bunu hiç talep etmeyen birine.” demiştir 5. O halde bir ilişkide ebeveynleşmek bir partnere tam olarak neyi vermeye çalışmaktır ya da bunun sağladığı tatmin esasen kimin tatminidir? Bu noktada rollerin ve duyguların anlamlarının netleştirilmesi oldukça önemlidir. Bir ilişkide ebeveynleşerek var olmanın anlamı o kişi için ne olabilir?

İlişkilerde Yeni Varoluş Biçimleri Aramak: Bir ilişki içinde, konu ne olursa olsun deneyimi her yönüyle fark edebilmek en önemli adımdır. Bu farkındalık, kişinin ilişkide kendi sorumluluğunu üstlenmesiyle başlar. Her yüzleşme kolay olmayabilir; kimi zaman rahatsız edici olabilir. Ancak kişinin kendine temas edebilmesi hem kendisiyle hem de karşısındakiyle daha gerçek ve samimi bir ilişki kurabilmesinin önünü açar. Kendi iç dünyasını anlayan biri, partnerini de daha açık bir şekilde görmeye başlar. Bu sayede hem ilişkide hem de yaşamda yeni yollar keşfetmenin ilk adımları atılmış olur.

Ebeveyn Olmaktan Partner Olmaya Giden Yollar

İlişkilerde var olma biçimimiz, yaşamın en erken dönemlerinde ebeveynlerle kurduğumuz ilişkiler üzerine inşa edilir. Bu ilk ilişkiler hem kendimize dair algımızın hem de ötekine (ebeveyne) yönelik deneyimlerimizin temellerini oluşturur. Eğer çocuklukta yeterince iyi bir bakım alındıysa ve karşılaşılan zorluklar çocuğun baş edebileceği düzeydeyse, güvenli bir bağlanma geliştirilir. Bu da kişinin hem kendisiyle hem de dünyayla daha istikrarlı ilişkiler kurabilmesini sağlar. Ancak ebeveyn yeterince tutarlı ve destekleyici değilse, çocuk hayatta kalabilmek ve ilişkide var olabilmek adına çeşitli başa çıkma yolları geliştirmek zorunda kalabilir. Örneğin öfkeli bir ebeveynin karşısında suskunlaşmak ya da onun beklentilerine uygun bir çocuk gibi davranmak, çocuğun kendini korumaya yönelik geliştirdiği savunmalar olabilir.

Bazı durumlarda ise ebeveyn, kendi yaşadığı zorluklar nedeniyle çocuğa yeterli bakım veremeyecek bir durumda olabilir. Bu gibi durumlarda çocuk, ebeveynin üstlenmesi gereken bazı işlevleri kendi üzerine alabilir. Zamanla bu roller içselleşir ve birey, yetişkinlikteki ilişkilerinde de benzer konumları tekrar almaya devam eder. Her ne kadar bu durum yorucu ve zorlayıcı olsa da kişiye tanıdık gelir; çünkü yeni bir rolü denemek, belirsizliği göze almayı gerektirir. Tanıdık olan ise her zaman daha güvenlidir. Tıpkı bazı kişilerin, daha kısa bir yol olmasına rağmen kestirme yerine alıştıkları uzun yolu seçmeleri gibi… İşlevsel değildir belki ama tanıdıktır. Peki sadece tanıdık olduğu için hep aynı ve belki de yorucu olan bir yolu tercih ederek kişi kendisine ne yapmaktadır?

İlişkilerde de benzer bir şekilde, yeni bir rol üstlenmek kafa karıştırıcı olabilir. Hatta kişi, partnerinin sadece bu ilişki biçimine ihtiyaç duyduğunu ve başka türlü bir ilişkinin onun için mümkün olamayacağını iddia edebilir. Ancak eğer “Sorun bende değil, partnerimde.” diyorsanız; yani onun yerine düşünüyor, onun neye ihtiyacı olduğunu siz belirliyorsanız, bu da aslında bir tür ebeveynliktir. Bir yetişkinin çocuklaştırılması aslında kişiyi ilişki içerisinde önemli bir çıkmaza sokmaktadır.

Tüm bu dinamikler hem bireysel terapi hem de çift terapisi için önemli çalışma alanlarıdır.

Bu yazıyı bitirirken sizleri şu iki soru üzerine düşünmeye davet ediyoruz:

  1. Ebeveyn rolünü üstlenmediğinizde ilişkinizde kim oluyorsunuz?
  2. Partnerinizin çocuk rolünde kalmasının ilişkinizdeki işlevi nedir?

Kaynakça

  1. Erten, Y (2015). Tek Kişilik Balo :Narsizm Üzerine Kuramsal ve Klinik Notlar. Yansıtma Dergisi.
  2. Habip, B. (2011). Kuram ile Klinik Buluşunca. YKY: İstanbul
  3. Kesebir, S., Kavzoğlu, S. Ö., & Üstündağ, M. F. (2011). Bağlanma ve psikopatoloji. Psikiyatride güncel yaklaşımlar, 3(2), 321-342
  4. Engelhardt, J. A. (2012). The developmental implications of parentification: Effects on childhood attachment. Graduate Student Journal of Psychology, 14, 45–52. Teachers College, Columbia University.
  5. Sanatatak. (t.y.). Psikanaliz Bize Aşkı Öğret. https://www.sanatatak.com/psikanaliz-bize-aski-ogret/
*Sitemizde bulunan yazılar tıbbi tavsiye içermez ve yalnızca farkındalık yaratmak amaçlıdır. Yazılardan yola çıkarak bir hastalık tanısı konulamaz. Hastalık tanısını yalnızca psikiyatri hekimleri koyabilir.

Daha iyi hissetmeye bugün başlayın

Siz de 850 bin mutlu danışanımız gibi hayatınızın kontrolünü elinize alın.

Başlayın