Daha iyi hissetmeye bugün başlayın
Siz de 850 bin mutlu danışanımız gibi hayatınızın kontrolünü elinize alın.
BaşlayınNarkissos’un Hikayesi
Yunan mitolojisinden bildiğimiz Narkissos öyküsünün birçok versiyonu bulunur. Fakat en bilindiği haliyle Narkissos kendini çok beğenmişliğin öyküsüdür. Bu haliyle, aşırı ben merkezciliğin hazin sonuna işaret ederek, dilden dile aktarılarak bir mesaj vermek istenilir.
Hikaye şöyledir: Güzel bir genç olan Narkissos, suda kendini suretini görür, ona aşık olur ve tatmin edilemez arzularla kendi yansımasını gördüğü suda ölür. Hatta bazı kaynaklara göre öldüğü yerde yerine bir çiçek açar, bu çiçek nergistir. Hikayedeki ana özellik, ilk başta Narkissos’un kendisine duyduğu tuhaf sevgi gibi görülebilir. Kendi suretinin büyüklenmeciliğinden çıkamayan Narkissos'un sonu o görüntüde boğulmak olur. Böyle baktığımızda kendinden bir başkasını göremeyen, ben merkezciliğinin, kibrinin kendi kendine çektiği bir cezadır bu.
Bu Ceza Sadece Öz Sevginin Bir Cezası Olabilir Mi?
Narkissos mitinin versiyonlarında, Narkissos'un çektiği acı açıkça bir cezanın sonucudur ama bu ceza yalnızca kendisine duyduğu tuhaf öz sevgiden kaynaklanmaz. Narkissos başlangıçta kendi kendine yeter ve aslında diğerlerinin sevgisini, sevgi dolu yaklaşımlarını küçümser. Küçümsenen mutsuz aşıklar bir tanrıçadan intikam isterler, o da Narkissos’un tek bir şartla aşık olmasına izin verir. O şart; aşkına cevap verilmemesidir.
Böylece, Narkissos sudaki görüntüsüne tekrar tekrar döner ve onun sadece kendisinin bir yansıması olduğunu fark etse bile bunu yapmaktan kendini alıkoyamaz, bir yandan sudaki yansımasından bir cevap da alamaz. Böylelikle bir ötekine ulaşamayan Narkissos ölür. Belki de suya düşerek kendini öldürür. Aslında bu her iki durumda da, ötekine ulaşamamaktan kaynaklanan bir acı olduğunu görürüz.
Psikolojide ve psikiyatride, narsisizm kişilik yapısı, yaygın bir büyüklenme ve kendini beğenmişlik örüntüsünü ifade eder. Bu kendini beğenmişlik ve büyüklenmeci hal narsisizmin en bilinen biçimidir. Kibirli ya da kendini beğenmiş davranışlar, hak sahibi olma duygusu, empati eksikliği ve diğer bireyleri sömürme / manipüle etme isteği ile karakterize bir kişilik bozukluğu olarak kavramsallaştırılmıştır (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2000). Tabi ki her kendini beğenme ya da kibirli tutum sergiliyor olma hali patolojik bir narsisizm belirtisi değildir.
Patolojik ve normal narsisizm biçimleri arasındaki ayrım, patolojik narsisizmin hem büyüklenmeci hem de kırılgan bir biçimden oluşan heterojen bir yapı olabileceği ihtimali ile daha da karmaşık bir hal almaktadır. Büyüklenmeci narsisizm, patolojik narsisizmin en kolay tanınan biçimidir çünkü aşırı olumlu bir benlik imajına sahip olma, başkalarını sömürme ve teşhirci davranışlarda bulunma gibi uyumsuz kendini geliştirme stratejileri ile karakterize edilir (Rose, 2002; Pincus ve Lukowitsky, 2010).
Patolojik narsisizmin kırılgan ve savunmasız biçimi ise, olumsuz benlik imajı, öz eleştiri, olumsuz duygusal deneyimler (öfke, utanç, disfori), kişiler arası hassasiyet, alınganlık ve sosyal geri çekilmeler şeklinde kendini gösterir. Kişi benliğinden emin olmamakla beraber, duygusal tutarsızlıklar da yaşar.
Peki kişi, hem yüceltilmiş benlik imajına sahip olup hem de sunduğu bu imajın altında olumsuz bir benlik algısına nasıl sahip olabilir?
Bilişsel Şemalar
Yaşamın ilk yıllarında özellikle bize bakım verenler ile kurduğumuz ilişki aracılığıyla, kendi benlik formatımızın temellerini atarız. Kendi benliğimize ait çıkarımları, bu ilişkilerden ve bu ilişki gözlemlerinden öğreniriz. Psikolojide, kendimize ve hayata dair oluşturduğumuz bu çıkarımlara bilişsel şemalar denir. Bir nevi dünyayı bu bilişsel şemalarımız üzerinden okumaya başlarız.
Travmatik etkileşimler, tekrarlanan olumsuz ilişkisel döngülerimiz, bu çıkarımlarımızı yani şemalarımızı olumsuz etkiler. Hatta çoğunlukla sağlıklı olan çıkarımlarımızı bozar. Sağlıklı olan şemalarımızın yerine, bu şemaların patolojik halleri geldiğinde ise düşünce şeklimiz, duygumuz, hatta bedensel sağlığımız bozulmaya başlar.
Young (1990); sevgi, saygı, adalet, güven gibi temel ihtiyaçlarımızın tehdit edildiği yaşamsal deneyimlerimizde, sevilmezlik, değersizlik, çaresizlik, umutsuzluk gibi benliği tehdit eden durumlarla karşı karşıya kaldığımızı söyler. Young, bu tehditler için bir şema modeli geliştirmiştir. Örneğin, kişi erken çocukluk döneminde, özerklik ihtiyacı desteklenmediğinde, ilerleyen yıllarda başkalarına aşırı bağımlı hale gelebilir (bağımlılık şeması). Bakım veren kişi tarafından sevgi ve temas ihtiyacı karşılanmadığında, kendisini değersiz hissedebilir (kusurluluk şeması). Ya da gerçekçi sınırların öğretilmediği bir çocuk, ileriki yıllarda kendisini başkalarından üstün hissedebilir (haklılık şeması). İşte hayatın ilk yıllarındaki bu öğretiler, hayatta karşılacağımız sonraki olayları yorumlayışımızı etkiler.
Patolojik Narsisizmin Patolojik Şemaları
Young ve arkadaşları, narsisizmin altında yatan bu bilişsel çıkarımların yani şemaların, güvensizlik, duygusal yoksunluk, kusurluluk ve hak sahipliği olduğunu öne sürer.
Güven duyma, güvende hissetme önemli temel ihtiyaçlarımızdan bir tanesidir. Erken çocukluk yıllarında, soğuk, eleştirel ve reddedici bakım verenlerle yaşanan deneyimler dünyayı ve insanları tehdit olarak algılamamıza neden olur. Bu kişilerin, başkaları tarafından suistimal edileceklerine dair inançları, kişilerarası ilişkilerde bir ötekine kötü davranmaya, oyun oynamaya ve kendi çıkarlarını göz etmeye iter.
Narsisizmin bu büyüklenmeci modunun arkasında, dünya ve insanlar güvensizdir inancı vardır. Kişinin kendisini aşırı yüceltmesi bu kopukluğun bir savunması gibidir. Böyle bir büyüklenmenin ardında öz kusurluluğun görülmesi tesadüf değildir. Bu olumsuz inanç aynı zamanda, kişilerin ilişkilerinde tetikte olmasına neden olur.
Kırılgan narsisizmde gördüğümüz aşırı duyarlılık ve tepkiselliğin nedeni budur. Bu güvensizlik, ilişkilerden ve dünyadan hatta gerçeklikten kopma haliyle kendini gösterebilir. Young, narsisizmin arkasındaki duygusal yoksunluk ve kusurluluk şemalarının bu kopukluk halinden kaynaklandığını öne sürer. Bu başkasına ulaşamama hali, kişinin bir başkasıyla olan ilişkisinde yaşacağı yakınlık, sevgi ve kabul görme kapasitesinin önünde büyük bir engeldir. Yakınlık ve sevgi ihtiyacının yaşanamama hali duygusal yoksunluğu doğurur.
Duygusal yoksunluk şemasının, bakım veren kişinin bebeği aynalamasındaki empati, temas, koruma ve sevgi eksikliğinden kaynaklandığı düşünülür. Bir bebeğin ve çocuğun bakım vereni ile bağ kurma arzusunun hüsranla sonuçlaması, yetişkinlik yıllarında duygusal ihtiyaçlarının başkaları tarafından karşılanmayacağı inancıyla kendini gösterir. Kişi, başkasıyla duygusal bir bağ kurmayı arzular, ancak sürekli başkasının duygusal ihtiyaçlarını karşılayamayacağını veya karşılamak istemeyeceği endişesi taşır. Bu endişe, kişinin yakınlıktan rahatsız olmasına ve kaçınmasına sebep olur. Böylelikle soğuk, eleştirel ve reddedici ilişkiler ile bu inancını pekiştir. Görüldüğü gibi bu şemalar birbiri ile etkileşim halindedir. Çoğu zaman kişinin, yakınlık ve sevgiden yoksun kalma hali, kendisinin kusurlu olduğu inancını besler.
Kusurluluk şemasının, erken çocukluk yıllarında aşırı eleştirel ya da reddedici bir aile ikliminden kaynaklandığını düşünülür. Kişinin kendiliğindenliğinin kabul edilmemesi veya reddedilmesi, kendisinin zihinsel bir şekilde kusurlu olduğuna ait çıkarımları geliştirir. Bu kusurlu olma hali, kişinin utanç, öfke, endişe, hayal kırıklığı gibi negatif duyguları yoğun deneyimlemesine neden olur.
Çoğu zaman narsisizmde sergilenen üstünlük ve kibir, bu kusurluluğun bir perdesidir. Kişi bu yolla kusurluluğunun utancından kurtulmak ister. Güvensiz bir dünya algısında, kusurlu bir hal ile duygusal yoksunluk deneyimleyen kişiyi, bu şemalar hayattan alacaklı olmaya itebilir. Kendisini öfkeli bir şekilde alacaklı hisseden bir insan, sağlıklı sınırların ötesine geçebilir. Öfkeli bir şekilde alacaklı olma hali, hak sahipliği ve hükmetme düşüncelerini doğurur. Fakat hak sahipliği sadece bu alacaklı olma halinden doğmaz.
Hak sahipliği şeması, kişinin diğerlerinin refahını dikkate almayarak, istediği her şeyi yapabilmesi ve sahip olabilmesi şeklinde kendini gösterebilir. Böyle bir kişi, istediği şeylere ulaşabilmek için kendinde her şeyi yapmaya izin görür. Aşırı izin verici bakım verenlerin gerçekçi sınırları çizemediği bu çocukların yetişkin görüntüleri bu duruma benzer. Bozulmuş sınır algısı, bir insanın haklarının nerede başlayıp nerede biteceği algısını bozar, empati yeteneğini ketler. Büyüklenmeci narsisizmdeki, manipülasyon ve başkalarını sömürme davranışlarının, gerçekçi sınırların öğretilmediği aşırı izin verici ailelerin az sınır koymasının bir sonucu olabileceğini düşünebiliriz.
Güvensizlik, duygusal yoksunluk, kusurluluk ve hak sahipliği şeması, yakın ve istikrarlı ilişkiler kurmanın önünde bir set gibidir. Bu inançlarla karakterize olmuş kişiler, duygusal ihtiyaçlarını (değer görme, sevilme, temas, yakınlık, güvenlik) kendilerini yücelterek, büyüklenerek karşılamaya çalışabilirler. Hatta bu ihtiyaçlarına ulaşabilmek adına, tehlikeli türlü oyunlar oynayıp insanları manipüle etmeye kalkışabilirler. İçlerinde hissettikleri bu duygusal boşluğu kibir perdesiyle telafi etmeye çalışabilirler. Hissettikleri yoksunluk arttıkça, bu hal kapıda öfkeyle bekleyen bir haciz görevlisi gibi seyredebilir. Sürekli başkalarından alacaklı hisseden bu haciz memuru, hak sahipliği ile düzeni yerle bir edip akışı baltalayabilir.
Tüm bunlara rağmen insan, Narkissos’un hikayesinin aksine, erken çocukluk yıllarında yaşanan olumsuz deneyimlerin içine hapsolmaz. Geçmişimiz kaderimiz değildir. Hayat bize yeniden kazanılmış deneyimler yoluyla bu şemalarımızı değiştirebilme imkanı sunar. Bu altta yatan bilişsel yapılara dair kazanılmış iç görüler, sağlıklı şemalarımızın gelişimini destekler. Böylece, insan kendi talihinin akışına yön verebilir.
Böyle düşündüğümüzde, kendini beğenmişliğinin tutsaklığından kurtulamayan Narkissos’a ait çıkarımlarımız değişebilir. Mesela böyle bir iç görüyle Narkissos, bu devirde yaşasaydı bir ötekine ulaşmanın yolunu bulabilir miydi? Kendi tutsaklığından kurtulup, hayatın doğal akışına dahil olabilir miydi?
Kaynakça
- American Psychiatric Association. (2000). Diagnostic and statistical manual of mental disorders (4th ed.). Washington, DC: Author. (Text revision).
- Hermans, H. J., & Van Gilst, W. (1991). Self-narrative and collective myth: An analysis of the Narcissus story. Canadian Journal of Behavioural Science/Revue canadienne des sciences du comportement, 23(4), 423.
- Pincus, A. L., & Lukowitsky, M. R. (2010). Pathological narcissism and narcissistic personality disorder. Annual Review of Clinical Psychology, 6, 421e446.
- Rose, P. (2002). The happy and unhappy faces of narcissism. Personality and Individual Differences, 33, 379e392.
- Young, J. E. (1990). Cognitive therapy for personality disorders: A schema-focused approach. Sarasota, FL: Professional Resource Press.
- Young, J. E., & Flanagan, C. (1998). Schema-focused therapy for narcissistic patients. In E. F. Ronningstam (Ed.), Disorders of narcissism: Diagnostic, clinical, and empirical implications (pp. 239e262). Washington, DC: American Psychiatric Association.
- Young, J. E., Klosko, J. S., & Weishaar, M. E. (2003). Schema therapy: A practitioner’ s guide. New York: Guilford.
- Zeigler-Hill, V., Green, B. A., Arnau, R. C., Sisemore, T. B., & Myers, E. M. (2011). Trouble ahead, trouble behind: Narcissism and early maladaptive schemas. Journal of behavior therapy and experimental psychiatry, 42(1), 96-103.